Bir kedi gördüm sanki…

Edebiyat, ardı ardına kapılar açan, sonsuz bir güzergah. İlk okuma deneyimiyle birlikte, bir eşikten adım atar ve başlarız sonsuz yolculuğa. Duygudan duyguya, düşünceden düşünceye geçeriz. Her yeni kitapla, bambaşka hikâyeleri, birbirinden farklı insan karakterlerini deneyimleriz. Sonra bir bakmışız, yazarla da tanış oluvermişiz.

“Kitap en iyi arkadaştır,” derler ya, doğru ama eksik. Hayatın takvim tutmazlığına merhemdir de edebiyat. Yollarımızın asla kesişmeyeceğini düşündüğümüz yazarlarla aramızda bağ kurar, samimi kılar.

Zeynep Cemali’ye dair yazı yazmak için bilgisayar başına geçtiğimde, epey kıvrandım açıkçası. Öyle ya, takvimlerimiz tutmamış, tanışamamıştık. Bir anım yoktu anlatacağım.

10 yıllık yazarlık verimine sığdırdığı 8 kitabının tamamını okumuş biri olarak hakikaten tanımıyor muydum Zeynep Cemali’yi?

Öykü Öykü Gezen Kedi’yi okuduğumda anlamıştım ne kadar muzip biri olduğunu halbuki. Yağmurlu bir gece hayatını kurtaran adamın evine yerleşen Siyam kedisi Siyami Bey’in hınzırca gezinmesini anlatan bir yazar, hayvanları çok seviyordu ve özellikle kedileri çok iyi tanıyordu, belli.

Kapalıçarşı’da kuyumculuk yapan, film şirketinde çalışıp yazlık sinema işleten, halı kilim ticareti peşinde kasaba kasaba, köy köy Anadolu’yu dolaşan Cemali’nin tüm deneyimleri öykülerinde gerçekçi bir karakter olarak karşıma çıkıyordu. Babasıyla birlikte pek çok farklı işle ilgilendiğini bilmem için yaşamöyküsüne bakmama gerek yoktu ki, sıradışı bir ailenin sıradışı kızı olduğunu Çılgın Babam’ı okurken anlamıştım zaten. Gül Sokağı’nın Dikenlerindeki sıcacık öyküleriyle dilbirliği kurmuştum çoktan.

Öykü ustası olmasının yanı sıra, Güzelce’de Bir Kaçak, Memo adlı ilk romanı, Toroslar’dan Karadeniz’e uzanan ve çocukların tanıklığında gelişen bir kan davasının kovalamacısına dahil ediyordu okurlarını. Patenli Kız romanında, ödevini hazırlayan işitme engelli bir kız çocuğunun yaz tatili hikâyesini anlatmış ve kendine özgü roman yazımı tekniğinin de temellerini atmıştı. Hemen ardından, benzer bir teknikle kaleme aldığı Ballı Çörek Kafeteryası’yla annesini kaybeden Sıla’yla birlikte yeni bir yaşam inşa etmenin inceliklerini aktarmıştı. Hastaneye yatmadan tamamladığı son romanı Ankaralı ise, sıradışı yaşamının devamı niteliğindeydi sanki. Türkiye gerçeğinde yaşanan bir aile dramını konu edinen roman, vefatından sonra buluşabildi okurlarıyla.

 Zeynep Cemali, Öykü Öykü Gezen Kedi kitabının son sayfasında, çocuklar için yazmaya nasıl başladığını şu sözlerle ifade ediyor:

“Çocukluğumda kendimi yetişkin gibi hisseder, yaşıtlarıma biraz tepeden bakardım. Yıllar geçti, yaşım aldı başını gitti. Arkadaşlarım, durmuş oturmuş birer yetişkindi artık. Benimse içim kıpır kıpır, gözüm gönlüm çocuktaydı… Metin yazarlığı yaptığım günlerdi. Ismarlama tanıtım yazılarından sıkıldıkça, işte o ‘çoluk çocuk’ için öyküler yazmaya başladım. Kim bilir, diyordum kendi kendime, gün gelir belki içlerinden biri okur… Biri derken, birileri okumaya başladı. İşte o günden beri, sevinçten düz duvara tırmanıyorum…”

1999 yılında yayımlanan ilk kitabı Ben, Çınarağacı ve Pufböreği’nin 39. baskısını gönderdik bugün matbaaya. 26 Kasım 2009 tarihinde aramızdan ayrılan yazar, her gün onlarca çocukla buluşmaya, tanışmaya devam ediyor. Günışığı Kitaplığı tarafından adına düzenlenen öykü yarışması ve edebiyat günü ile anılıyor.

Dolayısıyla, kelimelerini, duygularını, hatta, bir satırı yazarken nasıl hınzırca gülümsediğini ya da bir başka cümlesinde neleri dert ettiğini bildiğim bir yazar Zeynep Cemali. Tanımıyorum diyemem; epey samimiyim.

Anlatılan her bir anıda, okunan her kitabında, bir çocuğun yazdığı öyküde yaşıyor hâlâ.

Bence, Öykü Öykü Gezen Kedi, Zeynep Cemali’nin ta kendisi…

İyi ki, “tanıdım” dediğim…

Scroll to Top
Scroll to Top