Düşünme korkusu ve deneme okumak

Okumamızın en büyük nedenlerinden biri, kendimizden parçaları roman kahramanlarında aramak. Hayatımızdan yansımaları başkalarının sayfalarında bulmak istiyor, düşüncelerimizi başkalarının sesinde duymaya çalışıyoruz.

Kabul görmek ya da dâhil olmak gibi temel insani gereksinimlerimizden ötürü, hiç tanımadığımız bir yazarın bile onayını isteyebiliyoruz. Kelimeler, diğer insanlarla benzeştiğimiz ya da ayrıldığımız noktaları fark etmemiz için iyi bir aracı oluyor. Öyküler, şiirler, şarkılar, bizi hiç düşünmediğimiz biçimlerde insanlara yakınlaştırıyor.

Farklılıklar, sanıldığı kadar ayırıcı değil. Bir başkasına, “Senin bakış açına katılmıyor olabilirim, ama dünyaya senin gözlerinden bakmaya ve seni anlamaya çalışacağım,” diyebildiğimiz zaman, basit bir benzerliğin doğuracağından çok daha kuvvetli bir bağ yaratmış olmuyor muyuz?

Deneme okurken de hissettiğimiz duygu bu aslında. Okurken yoğun bir düşünce karmaşasının içinde buluyoruz kendimizi. Zaten deneme yazarları da, fikirlerini kabul etmemizi emretmiyor, düşünmemizi istiyorlar.

Yetişkinler Ejderhalardan Neden Korkar? adlı seçkide en beğendiğim denemelerden birinde Murathan Mungan şöyle yazıyor: “Zamanla beğenisi inceliyor insanın, duyguları ve düşünceleri bir rafinmandan geçiyor; derin sandığı sözler, kahkahalarla güldüğü espriler anlamını yitiriyor. Seçimlerini yapıyor, kimliğini buluyor, kişiliği belirleniyor.”

Denemelerin en güzel yanı, farklı yaşam tarzlarının, inançların ve ilgi alanlarının her birinde açık şekilde ifade edilmesi. Bu farklılık, okumayı daha ilginç ve daha keyif verici kılıyor.

Yetişkinler Ejderhalardan Neden Korkar? adlı deneme seçkisi ilk aşk üzerine çok cana yakın bir denemeyle başlıyor. Çoğumuzun yaşadığı bir duyguyu, arkadaşımızın bir gün birine âşık olmasıyla onu bu yeni sevgiliye kaptırmış olma korkumuzu anlatıyor. Bunun gibi, Onat Kutlar’ın çocukluğunda yaşadığı komik bir anının edebiyat anlayışını nasıl etkilediği ve Ferit Edgü’nün fark etmeden felsefe yapan küçük bir çocukla yaşadığı sohbeti de gülümseyerek okudum.

Bazı denemeler de yol gösteriyor: Çetin Altan’ın gençlere tavsiyesinden, Rainer Maria Rilke’nin hevesli bir şaire mektubuna kadar, bu yazarlar kendi deneyim ve birikimlerini paylaşmaya çalışıyorlar. Bazısı sanki, akıllarını bir süredir kurcalayan bir düşünceyi kâğıda döküyor. Ama kendilerine yakın duydukları bir temadan yola çıktıkları için, hepsi içten ve samimi.

“Hiçbir konu tüketilip bitirilemez… Yıllar yılı tartışılmış, kitaplar boyu incelenmiş olsa da, her konu yeniden ele alınmaya açıktır. Değişik bir yaklaşım, bakarsınız, her şeyi temelinden sarsıverir. Bu, ele alınan konuya dönük bir olasılık, bir umut… İşin bir de düşünen kişiye dönük yanı var ki, sonuç ne olursa olsun, oraya ‘artı’ yazılacaktır. Hiçbir yeni açımlama getirmeyen bir düşünce eylemi bile düşüneni zenginleştirir.”(Sen ne düşünüyorsun?, Memet Fuat, sf. 73)

Birçoğumuzda düşünmeye karşı oluşmuş bir tür korku var. Yanılma korkusu, kendimizi utandırma, başkalarını ya da kendimizi hayal kırıklığına uğratma korkusu… Bilginin bize ezberlememiz için dikte edildiği bir toplumda yetişiyoruz. Yaşarken, bizim için hazırlanmış bir kalıba sığmaya çalışıyoruz ve öğrenme, sonraki adımlardan biri olarak kalıyor. Bizi insan yapan, hayatımızı ilginç ve anlamlı kılan bir ihtiyaç olarak görülmüyor. Birçoğumuz sınırları zorlamaya özendirilmiyoruz, daha fazlasını isteyemiyor ve veremiyoruz.

“Herkes gibi düşündükçe düşüncelerimizin sağlamlığı artıyor sanısındayız. Başkalarınınkiyle örtüşmedikçe güvenemiyoruz yargılarımıza. […] Gerçekten, ama gerçekten kendimiz olmak istiyorsak, yazarlarımızı da kendimiz seçmeliyiz. Neyse ki verimli bir ipucu var: beni bana götüren, kendisi ezberci olmayan, başkalarından başka olan yazarlar bunlar.” (Ezbere Yaşayanlar, Nermi Uygur, sf. 84)

Bu tür kitaplar okumak ve çeşitli yazarları doğrudan, okurla konuşurmuş gibi tanımak çok önemli. Başkalarının bakış açılarından dünyayı görerek, kendi bakış açımızı genişletmeli ve başkalarının yargılarından yola çıkarak, onları eleştirerek, kendimize göre yorumlayarak kendi yargılarımızı oluşturmalıyız. Günün sonunda, bu okumaların bize kazandırdığı en önemli şey, soruları kendimize yöneltebilme çabası olacaktır.

“Evet, evet, soru bu: Sen ne düşünüyorsun?”

 

Lidya Yurdum, lise öğrencisi

Scroll to Top
Scroll to Top