Güzel anılar inşa edelim, bayramlar tam da fırsatı.

En sevilesi aylar bunlar, 23 Nisan’ı, Paskalya’yı geride bıraktık, şimdi 19 Mayıs’lı, Hıdrellez’li bir başka şahane aydayız. Ramazan da mayısa kaydı bu yıl, herkese inancını özgürlük ortamında sevgi saygıyla, ağız tadıyla yaşayabileceği günler dileyelim.

Çocuklar için felsefe dizisi, ünlü Çıtır Çıtır Felsefe’nin (çev. Azade Aslan, Günışığı Kitaplığı) sevilen kitaplarından birinde –Hatırlamak ve Unutmakta– Brigitte Labbé şöyle diyor: “Hepimiz anılardan oluşuruz; üzüntülere, mutluluk ve gurur dolu anlara, utançlara, acılara ve öfkelere, keyiflere, tatlara ve kokulara, lezzetlere ilişkin anılardan oluşuruz…” Ve tabii: Geçmişteki olayları değiştiremeyiz, olan olmuştur. Müdahale edebileceğimiz tek alan şimdiki zamandır.” Çok doğru der yazar, inşa etmemiz gereken, geleceğimizdir, özellikle de çocukların geleceği. Geçmişte yaşanmış acıların tekrar yaşanmaması uğruna da anılarımızı zaman zaman hatırlamak, bugünkü yaşamlarımızı bize armağan etmiş olanları minnetle anmak unutulamazdır.

Labbé, kitabının sonlarına doğru diyor ki: “Toplama kamplarını, soykırımları, sürgünleri, köle ticaretini, savaşları, katliamları, insanlığa karşı işlenmiş tüm suçları hatırladığımızda… insanların neler yapabileceklerini hatırlarız. Bunları ne ağlayıp sızlamak, ne de kendimizden nefret etmek için anımsarız… Belleğin tetikte kalmamıza yardımcı olmasını isteriz; belleğin, korkunç olaylardan kaçınmamıza yardım etmesini dileriz.”

Halkların ortak belleğinde yer alan acıları çocuklarımıza anlatmamız zor elbette, ama anadilimizin zengin süzgecinden süzülmüş ifadelerle onlara köleliği, savaşları anlatabilmeyi de ihmal edemeyiz. Yoksa onları kötüye karşı cahil ve savunmasız bırakırız ki, buna hiçbirimizin hakkı olmamalı.

Çocuklarımıza neleri nasıl anlatacağımızdır asıl önemli olan. Hatıralarımızı hangi dozda, nasıl taze tutmamız gerektiğidir… İnsanlığın, acılar mirasından daha güçlü olan gurur birikimini de onlara yeterince anlatabilmemizdir. “Atatürk’ü, Kristof Kolomb’u, Marie Curie’yi, Gandhi’yi, Pasteur’ü, Mimar Sinan’ı, Oturan Boğa’yı, Galilei’yi, Piri Reis’i, Buddha’yı, Mevlânâ’yı, Mozart’ı, Martin Luther King’i, Einstein’ı, Jules Verne’i, Âşık Veysel’i, Konfüçyüs’ü, İbn Sina’yı, Evliya Çelebi’yi, Picasso’yu, Darvin’i, Yunus Emre’yi, Yaşar Kemal’i, İdil Biret’i… hatırladığımızda… insanın sözcüklerle, düşüncelerle, fikirlerle, acıları ve isyanlarıyla, hayalleri ve arzularıyla neler yapabileceğini hatırlarız.” Evet, bu gezegenin gurur veren birikimini her fırsatta hatırlamak, çocuklara aktarmak, paylaşmak, onlarla kendimize güzel anılar inşa etmek, belleklerimizde birer mutluluk deposu inşa etmek demektir ki, akışına kapıldığımız zaman çağlayanı başka nasıl yaşanır.

Özellikle tarihsel romanları ve tarihsel roman çevirileriyle tanıdığımız Solmaz Kâmuran da bir halanın, yaşam deneyimini eğlenceli bir üslupla yeğeniyle paylaştığı bir çocuk romanı yazdı: Elmakurdu Rüyaları (Masalperest). Tatilini bir yaz kampında geçirmek istemeyen küçük kız çareyi halasına sığınmakta buluyor. Canlılarla sohbet muhabbet, yeni uğraşlarla tanışma, anadilin inceliklerini, türlü çeşitli deyişleri duyma, belleme ve tabii hayat hakkında reçelli, çorbalı, mutluluk şuruplu felsefe yapma ki o kadar olur… Kitabı okurken, çorba sevmeyen çocukların fena halde çorbaya merak salmaları “tehlikesi” var, çünkü bizim hala her duygu durumuna göre farklı çorba pişiriyor. Anılar bohçası, çarkıfelek çiçeği, telkadayıfı, tükenmez, çilek reçeli… hepsi de bir çocuğun yaz günlerini dolduruyor, onu arkadaşlarına yakınlaştırıyor.

Yetişkinlerle çocukların iletişiminin niteliği, ailede de okulda da en başta gözettiğimiz konu. Çocuklarımızla diyaloğumuz ne kadar zayıfsa, yolumuz o kadar çetrefil ve uzun. Bu noktada en büyük rol de yetişkinlere düşüyor. Boşanan ebeveynin çocuğuyla diyaloğunun üstün olması üç tarafın da mutluluğunun garantisi. Ancak, pek kolay olamıyor bu. Hacer Kılcıoğlu son romanı Radyo Pencere’de (Günışığı Kitaplığı) tam da böyle bir ailenin içine düştüğü açmazı ve ondan pek güzelce çıkılabilecek yolu işaret etmiş. Elbette, kurgusal bir roman bütünü içinde. Ekim, başında bir arı vızıltısıyla, fena halde yalnızlık hissediyor, birlikte yaşadığı babasıyla yeterince konuşamıyor. Derken, yürek hoplatan bir adım atıyor: Arı yetiştiricisi olan babasına ait bir anahtarın hangi kapıyı açacağını keşfetmeye karar veriyor. Neyse ki anahtarın ucu bir dedeyle torunu Asya’ya ulaşıyor ve işte şahane bir arkadaşlık, ilginç bir radyo yayını ve nihayet babayla kurulan köprüler… Hepimizin yaşamına uzun uzun sohbet edilebilecek, birlikte öğrenip birlikte eğlenilebilecek aile büyükleri değsin. En büyük mutluluktur…

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kapıda, geçmişte çok büyük gençlik törenleriyle kutlanır, sivil ve askeri okullarda okuyan liseliler statlarda bir araya gelirdi. Binlerce öğrencinin müzik eşliğinde aynı anda yaptığı danslar, jimnastik hareketleri, renk kuleleri ve neler neler… Şimdi artık sakin sakin kutlanıyor bu özel gün, ancak değişmeyen bir şey var: Spor sevdası. Kimi çocuklar sanatı, kimisi de sporu yüreğinde duyarak doğuyor. Böyle özel günlerde onları tekrar hatırlama, selamlama fırsatı da buluyoruz.

2012 Londra Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil etmiş, 250 defadan fazla milli formayı giymiş, dünyaca ünlü voleybolcumuz Naz Aydemir Akyol çocukları özendirmek için, spor yaşamını, tutkusunu, sevgisini anlatan bir kitap yazdı (Doğan Egmont). Sanatçı Sadi Güran’ın desenlediği Naz’dan Spora Pas – 3, 2, 1… Başla! çocuklarla birlikte okumak, onları hayallerinin peşinden gitmenin yanı sıra, önemli bir bayramın anlamına da yakınlaştıracak. Çağımızda artık marşlarla statları doldurmamız gerekmiyor, ama sevinçli şarkıları birlikte omuz omuza söylemenin coşkusunu tadabileceğimiz buluşmalar özleniyor. Hiç değilse evlerimizde, okullarımızda danslı şarkılı kutlamalar dileyelim. Gençlik ve Spor Bayramı’mız kutlu olsun!

* Bu yazı, Happy Nest Bülteni’nin Mayıs 2019 sayısında, Müren Beykan’ın Gönül Çelen adlı köşesinde yayımlanmıştır.

 

Scroll to Top
Scroll to Top