“Saçmalamak”

Birkaç hafta önce Necmiye Alpay’ın söyleşisine katılma fırsatı buldum. Değerli dilbilimcisini zevkle dinledim. Sonrasında, not defterimi karıştırırken onun çok hoş bir cümlesini not ettiğimi gördüm. Defterimin köşesinde uçuşan, dans eden harflerin oluşturduğu cümleyi hemen söylemeyeceğim; ancak onun hakkında konuşacağım kâğıdımla, kalemimle, kendimle ve sizinle…

Kuzenim üç yaşında. Benim için çok değerli, çünkü doğumundan bu yana büyüdüğünü, emekleyip yürüdüğünü ve gittikçe birey olduğunu gördüğüm tek kişi o. Artık ona her zaman her istediğimi yaptıramıyorum mesela, bana karşı çıkıyor. Kendi istekleri ve tercihleri oluşmaya başladı. Son görüşümde, daha önce hiç kullanmadığı “ne” ve “neden” kelimeleri ağzından düşmüyordu. Yanaklarını sıktığım için sinirlenmesi dışında aramız çok iyidir. Onu kardeşim olarak görürüm.

Canım kuzenim saçmalıyor! Evet, saçmalıyor. Aslında küçükken ben de saçmalıyormuşum, siz de saçmalıyordunuz; tüm insanlık saçmalıyordu. Çünkü hiçbirimiz ağzımızda anlamsız kelimeler gevelemeden derdimizi anlatamayız; ağlayıp çığlığı basmadan ana dilimizi konuşabilir hale gelemeyiz. Dil, onu öğrenebilmemiz için bize bu noktada saçmalama hakkını ve iznini veriyor. O halde büyüyünce ve bu anların üzerinden yıllar geçtikten sonra da saçmalayabilir miyiz? Dil bize bu hakkı veriyor mu?

Aslında dil, bebekler dışında delilere ve bir grup insana daha saçmalama hakkını verir. Necmiye Alpay şöyle demişti: “Dil, saçmalama hakkını bebeklere, delilere ve edebiyatçılara verir.” Üçüncü grup insanın edebiyatçılar olduğunu tahmin eder miydiniz? Bebeklikten sonra saçmalama özgürlüğüne ulaşabildiğimiz tek zaman edebiyatla uğraştığımız, yazı yazdığımız zamandır. Kelimeleri farklı anlamlarla kullanır, oyun hamuruyla oynar gibi şekil veririz.

Mecaz ve söz sanatları, dili farklı yönden kullanmamızı sağlar hep. Anlatacaklarımızı saçmalayarak ve dili ellerimizde şekillendirerek anlatmak ne güzel bir şeydir. Dilin bize bu noktada saçmalama hakkını vermesi çok cömertçe geliyor bana. Dil, buna izin vererek kendini geliştirdiğinin, daha da zenginleştiğinin farkında aslında.

Dil, yaşayan bir varlık olarak nefes alıyor, düşünüyor ve değişiyor. Ayaklarımızı, gökyüzünü yere indirerek değil, bizi ona yaklaştırarak yerden kesiyor. Biraz “saçmalamış” olabilirim, ama zaten dilin istediği de bu!

 

Bilge Arslan, lise öğrencisi

Scroll to Top
Scroll to Top