Kutsal sözcük “sosyal”

Birçok kelimenin başına sosyal sözcüğünü getiriyoruz. Sosyal girişimcilik, sosyal sermaye, sosyal sorumluluk, sosyal inovasyon, sosyal adalet, sosyal antropoloji, sosyal bilgiler, sosyal medya… Peki, bu sosyali başa getiriyoruz da ne değişiyor? Sosyal, bu kavramları bambaşka bir kimliğe mi büründürüyor?

Tüm bunlardan önce sosyal ne demek, buna bakmak lazım. Sosyal kelimesi Latince socius kelimesinin (yoldaş, arkadaş, müttefik) “alis” ekini alarak türemesinden oluşmuş bir sözcüktür. Son haliyle, topluma uygun, toplumu gözeten, toplumsal anlamlarına geliyor malum sözcüğümüz. Peki, sosyal sözcüğünün neler değiştirebildiğine, aslında eklendiği kelimeyi ne kadar samimileştirdiğine ve topluma yaklaştırdığına bir bakalım. Öncelikle, medya sözcüğü üzerinden gidelim. Medya, basın-yayın organlarının bütünüdür; yani radyo, televizyon, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarını ve bunlardan elde ettiğimiz bilgiyi de işin içine katabiliriz. (Bu arada, medya kelimesi Latince ortam, araç anlamına gelen medium kelimesinin çoğulundan geliyor.) Ancak medyanın başına kutsal kelime sosyali getirdiğimizde, aklımıza öten mavi bir kuş gelme ihtimali daha olası.

Sosyal medya, daha halkın içinde, samimi ve özgür bir ortam gibi… Paylaşımcılığı, ancak kimi zaman da bilgi kirliliğini çağrıştırıyor. Yine de, taraflı medya ve yanlı medya gibi tabirler bulunurken, belki de “yanlı sosyal medya” gibi komik ifadeler olmadığından insana daha güven verici bir tınısı var “sosyal medya”nın.

Kutsal sözcük sosyalin etkilerini, yüceliğini biraz daha iyi kavrayabilmek için bir örnek daha: İnovasyon ve sosyal inovasyon… Günümüzde yatırım miktarını değiştirmeden, on kişi çalıştırıp ürün elde edebiliyoruz; ancak bu sayı eskiden yüz kişiydi. Bu durum, teknolojik gelişmelerin artmasıyla emeğe duyulan ihtiyacın azaldığını gösteriyor. Üretim alanında inovasyon açısından çok verimli ve olumlu bir şey, ancak geri kalan doksan kişinin istihdamı için iyi bir durum değil. Sosyal inovasyon dediğimiz şeyse, toplumsal sorunların (beslenme, barınma, küresel ısınma gibi) yenilikçi çözümlerle çözüme kavuşturulmasıdır. Burada da görüyoruz ki, başına eklediğimiz sosyal kelimesiyle inovasyon çok farklı bir anlama büründü ve toplumun yararlarını çok daha fazla gözeten bir hale geldi. Sosyal kelimesinin büyüsüyle inovasyon bize daha çok yaklaştı, toplumdan biri oluverdi, samimiyet kazandı.

Düşündüm de, sanat için değil, toplum için sanat yapanların sanatına (böyle bir şeyin olup olmadığı da ayrı tartışma konusu tabii) sosyal sanat mı desek; yani toplumu gözeterek sanat yapanlarınkine… Ya da sosyal edebiyat kavramı nasıl olurdu acaba? Sosyal edebiyat diye bir şeyin olmama nedeni nedir? Belki de edebiyat, toplumu düşünmek zorunda değildir her zaman. Bir şekilde topluma kazandırdıkları oluyor; ama bunu bilinçli yapmayabilir, illa da topluma hizmet edeceğim diye yola çıkmayabilir. En basit örnekle, tamamen şairin kendi duygularından, yaşadıklarından oluşan, kendi için yazdığı bir şiir sonraları toplum tarafından benimsenebilir. Sözgelimi biri kendini bulur o şiirde ve şairin kişiliğini çözümlemesinden paylar çıkarır, ruhsal bir tedavi bulur. Bu noktada aslında, edebiyat en öznel eseriyle bile dönüp dolaşıp topluma yarar sağlar, toplum için var olur, çıkış amacı bu olmasa dahi… Belki de bu yüzden sosyal edebiyat diye bir kavram yok; çünkü edebiyat, tek başına bile toplumla iç içeliğini belirtebiliyor. Çünkü edebiyat, sosyal kelimesinin kutsallığına ihtiyaç duymayacak kadar yüce ve onun kazandırdığı anlamlardan çok daha fazlasını barındırıyor içinde…

Bilge Arslan,lise öğrencisi

Scroll to Top
Scroll to Top