Yazmak, sadece kelimelerin buluştuğu cümlelerle sınırlandırılamaz. Yazar her bir satıra ayrı hayatları sıkıştırır. Bazen de hayallerle süsler onları. Bazı okurlar için imkânsızlıktan ibaret olan metinler diğerlerinin kendilerini bulma fırsatıdır kimi zaman.
Kolay değildir herkese hitap edebilmek ya da herkesten bir parçayı içinde barındırabilmek, Yazdıklarımızı önce kendimize sevdirebilmek…
Sonuçta, bir yazarın kendini okura cesurca açabilmesi gerekir. Evet, yazar belki metinlerde arka plandadır; yine de bu, yazarın her sözcükte gizlendiğini inkâr edemez.
Peki ya okumak… Sayfalarda kaybolmak… Geçtiğimiz kapının ardındakileri görebilmek… Gördüklerimize tutunabilmek… Tüm bunlara hazır mıyız? Önümüze konulan dünyayı incelerken ne kadar dikkatliyiz? Ya da dikkatli mi olmalıyız?
Bir yazar, satırları doldurmaya başlarken -hangi ruh halinde olursa olsun- en rahat ve en saf anındadır. Yazdığı yazı öğretici bile olsa -kelimeler en yakın arkadaşı olduğundan mıdır, bilinmez- sıkılmaz, aksine keyif alır. Kalemin akışına kapılır ve öyle doldurur sayfalarını.
Bir okuyucu da bu denli rahat olmalıdır. Her cümlede yeni keşifler yapmak istiyorsa, küçük macerasına başlamadan önce ruhunu rahatlatmalıdır. Zaten kitaplar bunun için yok mudur? Kendi yaşantımızdan küçük bir mola istemek veya ufkumuzu genişletmek için başucumuzda değiller midir?
İşte bunu kabullendiğimizde, bir kitaptan alabileceğimiz zevki fark ederiz. Kahramanların arasında yerimizi alabilir, onların duraklarında sıkılmadan ya da yorulmadan soluklanabiliriz. Ve en önemlisi onların gözünden kendimize bakmayı başarabilir, hayatımızdaki yeni serüvenlere bocalamadan dalış yapabiliriz.
Ne dersiniz? Keşfe var mısınız?
Gizem Kılıç, lise öğrencisi