Cesur Yeni Dünya

İngiliz yazar Aldous Huxley’nin kaleminden çıkan Cesur Yeni Dünya, daha en başından bir kesitle bize roman hakkında büyük bir ipucu veriyor: “Toplumun iyi ve mutlu üyeleri olacaklarsa ne kadar az bilirlerse o kadar iyi olurdu. Çünkü herkesin bildiği gibi, tikeller, erdem ve mutluluğu getirir; genellikler ise entelektüel açıdan kaçınılmaz belalardır. Toplumun omurgasını düşünürler değil, oymacılar ve pul koleksiyoncuları oluşturur.”

Cesur Yeni Dünya‘da tek bir Dünya Devleti var. İnsanlar, daha önceden belirlenmiş roller doğrultusunda kuluçka merkezlerinden dünyaya geliyor ve herhangi bir sorun yaşamadan mutlu bir hayat sürüyorlar. İnsana özgü değerlerden arındırılmış olan bu bireylerin var olmalarının tek bir nedeni var, o da Dünya Devleti’nin sloganından anlaşılıyor; “Cemaat, Özdeşlik, İSTİKRAR.”

Romanda yer alan bireyler, içinde bulundukları ortam hakkında bir fikirleri olmadan, laboratuvarlarda yetiştirilip, uykuda öğrenim (hipnopedya) teknikleriyle neye inanacakları ve nasıl yaşayacakları önceden belirlenmiştir. Aslında kaderleri çizilmiş bir yaşam sürdürdüklerinden, bu istikrarın neye yarayacağı büyük bir tartışma konusudur bence.

Tabii eserde toplum düzenine aykırı eğilimlere sahip karakterlere de yer veriliyor. Bunlar, Helmholtz Watson ve Bernard Marx. Aynı zamanda eserin dünyasında bir “Vahşi Ayrıbölgesi” var. Burada insanlar uygarlığa son derece ters düşen bir şekilde Tanrı’ya inanıyor, dinlerini yaşıyor, aile kuruyor, çocuk doğuruyor, eski dünyadan kalma romanlar okuyabiliyorlar. Biz de bu bölgede, daha sonra uygar düzenden ölesiye nefret edecek olan bir Vahşi’yle, John’la tanışıyoruz. Uygar düzeni temsil eden Mustafa Mond’la, vahşi düzeni temsil eden John’un arasında geçen entelektüel açıdan yüksek seviyeli bir sohbet ise, bize aslında yazarın bu iki dünya arasında bir seçim yapamadığını ve her iki dünyanın da artıları ile eksilerini bize göstermek istediğini düşündürüyor.

Cesur Yeni Dünya yazıldığı dönemden yüzyıllar sonrasını tasvir ediyor olsa da incelemelerinden ve sonsözünden anladığımız kadarıyla, 1929’daki ekonomik buhrana göndermeler olduğunu görebiliyoruz. Roman, ilginç kurgusu ve karakterleriyle size bu hastalıklı uygar düzenin nereye kadar gidebileceğini sorgulatıyor. Bu distopik (kara ütopik veya karşı-ütopik) gelecek tasviri, hem biraz ürpertici, hem de oldukça düşündürücü. Üstelik yazarın yıllar sonra kendisini eleştirerek romanı hakkında çözümlemeler yaptığı önsözüyle roman oldukça zenginleşmiş.

Roman, bilimkurgu başlığı altında geçse de, yazımı romandan hoş bulduğum felsefi bir kesitle sonlandırıyorum: “Izdırap karşısında kazanılan şeylerle kıyaslandığında şu andaki mutluluk çok sefil kalır. Ve tabii ki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. Mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelenin ihtişamlarından hiçbiri yoktur. Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. Mutluluğun yüce bir yanı yoktur.”

Elif Nur Uyanık, lise öğrencisi

Scroll to Top
Scroll to Top