Kitaplar birer göktaşı, yıldız tozu serpiyorlar yüreklerimize!

Geçen şubat ayında küçükçe bir göktaşı (Asteroid 2012 DA14) dünyaya çook yakından geçmişti, hatırlarsınız. Aylar öncesinden, korkulacak bir durum yok demişti Nasa. Korkmamıştık. Gökyüzüyle ilgili bir yabancı kaynak da, “insanı uzaya götüren bir kurum bunu diyorsa, doğru diyordur” yollu açıklamış; okurlarını yatıştırıyordu. Komik ama gerçek. Birilerinin bizi böyle saçmaca yatıştırması, bizi bilgilendirmesi, bizi eğitmesi harika –aman kendimiz emek harcamayalım, öölece oturalım, ekran başında dinleyelim ya da hadi az biraz okuyalım, ama tabii hemen de unutalım. Son yıllarda geldiğimiz nokta bu: Edilgen facebook müptelaları, ekran önü güzelleri, internet çöplüğünde her bilgiyi gerçek sananlar, armut piş ağzıma düşçüler ordusu –yani zamanımızın zamaneleri sığca bilgilenip derince unutuyor, yaşayıp gidiyoruz.

Geçen ay New York’ta Amerikan Doğa Tarihi Müzesi içindeki planetaryumda muhteşem bir Yıldızlara Yolculuk gösterisinin içinde oturdum. Ünlü oyuncu Whoopi Goldberg’in tane tane telaffuzuyla yukarlardan üstümüze akan bir metin, koltuklarına yapışmış, çocuklu yüzlerce aileyi gökkubbeye çekip götürdü. Yıldızların oluşum hikâyesi neredeyse hepimizin kalbini durduracak kadar etkileyici bir görsellikte canlandırıldı –gaz bulutları, çarpışmalar, patlamalar, buluşmalar ve nihayet yıldızların bir araya gelip sonsuz evreni doldurması… Biz yetişkinler, evrende mikron düzeyinde bile sayılamayacak varlığımızın bilincine iyice ermiş olarak tırsmış bir şaşkınlıkta çıktık salondan. Küçücüklerse bu algıdan muaftılar besbelli; onlar, merakları bilenmiş olarak, doğruca hediyelik dükkânına yollandılar, kitapları karıştırdılar; kimisi yerlere oturup okudu, kimisi kitabın resimlerine baktı uzun uzun. Çeşit çeşit kitap vardı satış raflarında. Küçükler için temel bilgiler, yetişkinler için bilimsel ya da popüler bilgiler içeren kitaplar. Müze de, planetaryum da, kitap rafları önü de çocuklarla doluydu. Aileler sabırlı, seslerini yükseltmeden bekleyip, okuyup, bilgi ile çocuk arasındaki ilişkide olabildiğince hevesli ve destekleyiciydiler.

Bir sefer de, Amerika’nın bu dev metropolünün az kuzeyindeki üniversite kenti Boston’da, kıyıda kurulmuş Akvaryum’daydım. Hava buz gibi soğuk, kar atıştırıyor, akvaryumda yeni sergileme için büyükçe bir onarım var, kapalı alanlar nedeniyle ünlü penguenler görünürde yok. Olsun varsın, küçükler yine ortalıkta akvaryum camları önündeler. Yassı geniş bedenleriyle zemine yakın süzülüp duran tırpana balıklarına dokunma havuzunun kenarında, hepsi mutlaka kazaklarını dirseğe kadar sıvayıp ellerini suya sokuyor, balıkları korkusuzca, olsa olsa az tedirginlikle ama şefkatle okşuyorlar. Yine hediyelik köşesi, yine kitaplar boy boy, türlü çeşitli. Yine aileler mutlaka kitap da alıyor peluş penguenlerin yanı sıra.

İmrendim. Okul ortamı dışında kurulabilen çocuk ve kitap ve bilgi yakınlığına imrendim. Ne ki, küçük Boston’daki büyük kitapçılara girince imrenmem kıskançlık krizine dönüştü. E-kitap ne denli gelişirse gelişsin, kitapçılarda çılgın güzellikte kapaklarla göz çelen binlerce kurgu eser –boy boy çocuklara, gençlere ve tabii yetişkinlere– raflar raflar taşırarak adeta sonsuz bir dünya sunuyor. Planetaryum kadar etkileyici. Elbette yeni çıkanlar, dikkat çekenler, ödül alanlar sergenler halinde düzenlenmiş, ama gençlere yazılmış kitapların, çocuklar için yazılıp çizilmiş kitapların biz yetişkinlere de okuma keyfi vereceğini hatırlatan sergenler renk renk ışıl ışıl cazibeli köşeler oluşturuyor. Kitap sergilemek deyince, yalnızca sırtları gözülecek biçimde dizilmiş kitaplar anlaşılmasın, özel sergen köşelerinde kitap kapakları ustalıkla sergilenmiş, önlerinden geçeni avlayan albenileri sere serpe. Kitapçı çalışanlarının görüş belirterek ve altına imzalarını koyarak sundukları seçki köşeleri de dikkat çekici. Büyük kitapçılar, yerleri de uygunsa mutlaka bu tür köşeler hazırlamışlar. Kitap okuyan, okuduğunu kitap alıcısına aktarmak için emek harcayan çalışanlar. İmrenilmez mi!

Kısa sürenin sonunda, demokrasinin başka türlü yaşandığı bir ülkeden, demokrasiyi büyüteçle aradığımız cânım ülkeme koşa koşa döndüm, evim evim güzel evim… Ve havaalanından başlayarak kitap yoksunluğumuzun içine düştüm çaresiz. Yaşamımızda kitap yok, kitap bize yıldızlar kadar uzak desem yeri. Yurtdışına çıkarken havaalanındaki kitap “kiosk”unu görünce, bir heves sağını solunu arandım, bulamadımdı! Sormuştum: Çocuklara, gençlere kitap hangi “yanınızda”? Yok, dedi genç satıcı. Nüfusunun büyük bölümü çocuk ve genç olan ülkenin en kocaman havaalanındaki kitap satış kulübesinde ilaç namına bir tane çocuk kitabı yok!

Ben o kırıklıkla uçtuğum yabancı bir ülkede kitabın küçüklerin de, büyüklerin de yaşamlarına dokunma olanağının gücüne sonsuzca “imrenirken”, benim güzel ülkemin kitapçısı hâlâ çocuk kitaplarına yeterince raf ayırmıyor, kitap okumuyor. Gençlik edebiyatı için doğru konumlanmış rafı yok. Miniklerin kitaplara kolayca ulaşabilecekleri, dokunabilecekleri alanı yok. Oysa edebiyata dokunmak, kitaba dokunmak, insana yaklaştığımız en önemli deneyim. Keşke cânım ülkem “dokunmak” konusunda bu kadar yoksun olmasa! Birine dokunmaktan ödü patlayanlara inat, çimenlere yayılarak kitabını bağırarak okuyan üniversite gençliği düşlerimin en güçlü yıldızlar kümesi. Onlar ülkemin karanlığını yaracak birer göktaşı! Ve her göktaşı dünyaya yıldız tozu serpiyor, yüreklerimizi sağaltacak, değiştirecek…

 

Scroll to Top
Scroll to Top