Savaş ve korku!

Savaştan korkmalı! Devlerden, cinlerden, perilerden, hortlaklardan, karanlıktan ya da yalnız kalmaktan değil ama, savaştan korkmalı. Hem de çok korkmalı. Savaş, içimizdeki kana susamış, açgözlü düşman! İnsanın en güzel, en kutsal tarafı olan düşünmek ve yaratmak becerisinin karşısında duran en yıkıcı, en korkunç tarafı.

İnsanlığın binlerce yıllık kültür tarihi savaşın acımasız yıkımlarının örnekleriyle dolu. Bugünlerde aklıma hep Troia Savaşı takılıyor. Hani tahta atıyla ünlü, Çanakkale yakınlarındaki şu eski kent. Troia kenti, bir zamanlar Ege Dünyası’nın en zengin kentlerindendi. Coğrafi konumu nedeniyle, Çanakkale ve İstanbul boğazlarının kontrolünü elinde bulundurduğu için Marmara ve Karadeniz ticareti de ondan sorulurdu. Kentin gerisindeki bereketli Anadolu topraklarında dünyanın en lezzetli sebze ve meyvelerini yetişirdi. Troia’nın dillere destan zenginliği, komşu Ege krallıklarının ağzını sulandırıp durdu. Günün birinde, Ege krallıklarının kurduğu “koalisyon” donanması kenti kuşatma altına aldı. Troia, tam on yıl süresince bu akıl almaz kuşatmaya karşı direndi. İşgalciler, on yılın sonunda bu güçlü kenti ele geçiremeyeceklerini anlayınca, ünlü tahta at hilesine başvururlar. İçerden vurulan Troia kenti, yakılıp yıkıldı. Sonrası zulüm ve acı…

Troia Savaşı’nın ilginç öyküsünü dinlemek isteyenler için, bir kitap önermek istiyorum. Troia Surlarının Ardında. Günışığı Kitaplığı’nın yayımladığı bu Genç Roman’ı Clemence McLaren yazmış. Bir çırpıda okuyabileceğiniz, ama hiç unutmayacağınız bir kitap.

Savaştan gerçekten korkmalı ve hiçbir koşulda savaşa izin vermemeli. İnsanlığın geleceğini oluşturacak ortak temanın, bilgi ve iletişim olduğuna güvenimizi yitirmeden; insanoğlunun en büyük özelliğinin yaratıcı düşünce gücü olduğunu hiç unutmadan; yarını düşündüğümüzde coşku dolu hayaller kurabilmek için, savaştan korkmalıyız. Korkmak bazen doğrudur!

Scroll to Top
Scroll to Top