Ninnilerle uyuyan bizleriz, çocuklar cin gibi !

Son yıllarda eğitim konusunda hepimiz büyük bir mutsuzluk yaşıyoruz. Ne ders programı, ne öğretmenlerin donanımı, ne de okulların fiziksel koşulları ve kurum olarak niteliği, dört dörtlük tatmin edici. Çocukların yeteneklerini ortaya çıkarmak, onları yetenek ve ilgilerine göre yönlendirmek, elbette mutlu bir toplumun temeli için olmazsa olmazlardan. Bunu başarmak için, toplumsal mutabakattan da, devletin kurumsal yapılanmasından da sınıfta kaldık, açıkça ortada. Özel okullar kendi felsefeleriyle yol alabilseler de, hiçbir çocuk ada olmadığına göre, yaygın eğitimin gerçeği özel okullarda “koruduğumuzu” sandığımız çocuklarımızı da tam başarılı kılamıyor. Sürdürülebilirlik taşımayan, fena halde yapboz bir eğitim programı içinde, devletin doğruları kurmasını beklemek yerine, eğitim doğrularını ifadede kolları sıvamanın zamanı.

Türkiye’nin 1995’te onayladığı, UNICEF Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28. Maddesi şöyle diyor: Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi görüşüyle özellikle, 1) ilköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirirler; 2) Ortaöğretim sistemlerinin genel olduğu kadar mesleki nitelikte de olmak üzere çeşitli biçimlerde örgütlenmesini teşvik ederler ve bunların tüm çocuklara açık olmasını sağlarlar ve gerekli durumlarda mali yardım yapılması ve öğretimi parasız kılmak gibi uygun önlemleri alırlar; 3) Uygun bütün araçları kullanarak, yüksek öğretimi yetenekleri doğrultusunda herkese açık hale getirirler; 4) Eğitim ve meslek seçimine ilişkin bilgi ve rehberliği bütün çocuklar için elde edilir hale getirirler…

Bu uluslararası sözleşmenin önemini tartışmak anlamsız; kendi çocuklarımız da dahil, dünyanın her köşesindeki çocukları “eşit” görmemizin gerekliliğini hatırlatıyor: Taraf Devletler, bu Sözleşme’de yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler. (2. Madde)

İçinde yaşadığımız günlerde daha da önemli bir belge bu. Okumak, her zamankinden daha yararlı, hepimiz için (http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23b.html). Çocuklara kötü davranan, yaşam hakkını, eğitim hakkını gaspeden bir dünya olduk; kaygılıyız ancak bana-dokunmayan-yılan da diyemeyiz, globalleşen dünyada iklimsel felaketler kadar ülkesel politikalar da domino etkisi yaratıyor, malum.

Çocuklar ne ister, diye sorsak: En başta, oyun oynamak isterler elbette ama yeteneklerine uygun eğitim de isterler tabii. Başaramayacakları hedefler için hırpalanmak ve başarısızlık duygusuna mahkûm olmak istemezler. Kuşkusuz, bunları küçük yaşta dillendiremezler, ancak biz yetişkinler “biliriz” bunu. Daha dün bizler de çocuktuk çünkü.

Bu konularda düşünmek, görüşlerimizi olgunlaştırmak, doğru temellendirmek için, yine çocuklarla birlikte kafa yormanın, onlarla birlikte okumanın da zamanı. Ancak böylelikle, “empoze eden”, “korkutarak, sindirerek eğiten”, “belli görüşlere angaje” eğitim sistemlerine karşı durabilir, çocukların hak ve özgürlüklerini gözetecek taze, temiz çözümlere ulaşabiliriz.

Eğitimin çocuğa göreliğiyle ilgili önereceğim çocuk edebiyatı örnekleri var bu ay. Çocuklarla birlikte okumak için bire birler. Örneğin, 35 Kilo Tembel Tenekeyi duymadıysanız, tembel olmadığınızdandır belki; ama bu incecik kitapta, ünlü Fransız yazar Anna Gavalda müthiş bir perspektif sunuyor okuruna (Türkçeleştiren: Azade Aslan, Günışığı Kitaplığı). Beden dersinde bile “berbat” bir delikanlının kendini bulmasının öyküsü bu. Sıcak bir aile öyküsü ve her ailede olabildiği gibi, anne baba da çocuğundan öğreniyor.

Yetenek ve başarı üzerine düşündüren bir başka roman: Sıradan Bir Çocuk. Okul yaşamına ilişkin 6 benzersiz romanı Mine Kazmaoğlu tarafından Türkçe’ye kazandırılan Andrew Clements, ülkesi ABD’de olduğu kadar, bizde de özellikle 4, 5 ve 6. sınıflarda çok sevilen bir yazar. En korktuğumuz konuyu, “sıradanlık”ı sorguluyor bu kitabında ve bingo: Büyük küçük hepimizi meraka düşürmeyi başarıyor!

Bir ustanın deneme kitabını da bu ay kendimiz için anmadan geçmeyelim: Çocuk edebiyatına da, çocuklarla iletişime de uzun yıllardır emek veren, uluslararası üne sahip, 100’ün üstünde kitabın yazarı, şair Yalvaç Ural’ın Başparmak Çocuklar (Yapı Kredi Yayınları). 1986 Polonya Uluslararası Gülümseme Nişanı ve Şövalyelik Ödülü gibi pek çok ödülün de sahibi olan Ural, bu kitabında hem pek çok anıya, kısa hikâyeye yer veriyor, hem de bazen gözden kaçırdığımız çocuk gerçekliğine değiniyor. Milattan önce 5. yüzyılda yaşamış Sokrates’in gençlerden nasıl yakındığına da; Grimm, Andersen, Krilov masallarına da; dilimize yerleşen yabancı sözcüklere de değiniyor. “Başparmak Kuşağı” (Japonlar “Oya yubi se dai” diyormuş) hakkında da ilginç görüşleri var ustanın.

Hans Christian Andersen, 2 Nisan’da 111 yaşına “girdi”. 1805’te doğmuş; tüm dünyanın okuduğu “Kibritçi Kız”, “Kurşun Asker”, “Çirkin Ördek Yavrusu”, “Karlar Kraliçesi” gibi sayısız peri masalını yazıya geçirmiş bir büyük “masalcıyı” selamlayarak veda edelim. Her 23 Nisan’da, masalların çocukları “uyutmak” için olmadığını hatırlayıp, çocuklara kulak verelim. Bayramımız kutlu olsun!

* Bu yazı, Happy Nest Bülteni’nin Nisan 2016 sayısında, yazarın Gönül Çelen adlı köşesinde yayımlanmıştır.

Scroll to Top
Scroll to Top