Fıııısstıkk, sen hiç pencerenin pervazına tünemiş karşı evi keserken, penceresinde göz göze geldiğin teyzenin sende ne gördüğünü düşündün mü?
Ya da trafik ışığında yeşili beklerken, karşı kaldırımda ayağını yere vura vura, aynı yeşilin sabırsızlığıyla dikilen delikanlının aklından neler geçtiğini merak ettin mi?
Veya kafede siparişi geç getirdi diye çıkıştığın garsonun, davranışını hazmetmeye çalışırken ne hissettiğini bilebilir misin?
Bilemezsin, Fıııısstıkk!..
Aklından geçeni bilemezsin ama senin gibi düşünmeyeceğini bilebilirsin. Daha iyisi, dinlemeye, anlamaya çalışabilirsin.
Yaaa “miyavvv!..”
Tabii “miyav”… (Bu miyavları onaylama olarak alıyorum.)
Yaşanan her âna kendi pencerenden bakman, baktığına kendince teşhisler koyman doğal! Uçan sineği kovalaman, yakalayıp yutman senin pencerende doğal ama bana sorarsan iğrenç; hatta benim Fıııısstıkk’ımın asla yapmayacağı bir vandallık. Ama dedim ya, ayrı pencerelerden aynı manzara farklı görünüyor, doğal olarak…
Doğal olmayan, kendi penceremizden görüneni tek gerçek, en doğru ve mutlak sanmak. O ânı paylaşanların her birinin kendi özel gerçekleri, özgün koşulları, algı nedenleri olabileceğini es geçmek.
Gökçe Ateş Aytuğ, Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan iki kitabında (Bugün Hayal Kuracaktım ve Bugün Çok Sıkıldım Ben) tam da bu farklı pencereleri öykülendirmiş. Ağaçta sıkışan bir yavru kediyi kurtarma sürecinde Aslı ile Aret’in bir monta, bir mendile, söze, gülüşe kendilerince anlamlar yükleyerek arkadaşlıklarını nasıl şekillendirdiklerini çok güzel anlatmış.
Bir kitapta (pencere) kabarık saçlı, tatlının tatlısı, sulu göz Aslı; diğerinde Aslı’yı sevdiğine karar kılan sınıf ve mahalle arkadaşı Aret var.
Dışarı ayakkabısız çıktığı için delinen çorabından fırlayan “patates parmak”lı Aslı’nın kızca kaygıları, kızca çareleri çok sevimli ama iki arkadaşı, Aret ve Ali’nin, Aslı’nın utanıp sıkıldığı patates şovla hiiiç ilgileri yok.
Aslı’yı sevdiğine karar veren Aret’in bir derdi kardeşi minik Arlin, diğeri de Aslı’nın arkadaşı Ali’yle yakınlığı. Üşümesin, mutlu olsun, yüzü gülsün diye götürdüğü montu almayan Aslı hemen ertesinde Ali’nin montunu giyince, Aret’in dünyası altüst olur. Sonrasında gelsin surat asmalar, laf çarpmalar, bırakıp gitmeler, “tripler”… Oysa Ali’nin annesi giydirmiştir Aslı’ya o montu; yani Aslı’nın tercihi değil, mecburiyetidir ama pencereler meselesi işte Fııısstıkk!
Ben pencere derim, biri algı, diğeri bakış açısı falan fıstık…
Oysa, Fııısstıkk, adı ne olursa olsun farklılıklar gerçek. Farklılıklara rağmen anlaşmak, hatta orta bir yolda buluşmaksa hiç zor değil.
Elbette, “ben” egosuz olmaz, ama “ben”ler gözü karartıyor, egoları obezleştiriyorsa hiç çekilmez. Biri düştüğünde gülersin; sen düştüğünde gülenleri “insanlık ölmüş” diye kınarsın. Senin pencerenden düşen komik görünüyorsa, karşıdakinin penceresinde de senin düşüşün komiktir belki de, olamaz mı?
Ha Fııısstıkk?
Öykülerdeki kahramanların yaşadıklarını, hissettiklerini biz yaşamadık mı, çocuklarımız yaşamıyor mu? Öyküleri okurken eğlendiklerimiz yaşarken zorlandıklarımız değil mi?
Okumalısın Fııısstıkk! Gökçe Ateş Aytuğ’un ikiz öyküleri hem çok sıcak hem çok düşündürücü…
Aslı’nın patates parmağı, lekeli giysisi, Aret’in yanlış kişilere verdiği sahibine özel davetiyeleri, ağabeyine hayran kardeşiyle mücadelesi, aynı zaman diliminin zenginlikleri.
Tek pencere yok, pencereler var! Aynı manzaraya açılan değişik pencereler!.. Hiçbirinden görünen en doğru, en güzel değil. Hatta belki gerçek bile değil! Yanılsama bile olabilir…
Gerçek hangisi?
Hani Aret “…belki ona (Aslı) gözlerine benzeyen misketlerimden birini veririm,” diyor ya, işte gerçek bu! Sevgi, dostluk, arkadaşlık…
Manzaraları birleştiren, yürekleri kavuşturan incelik.
Tuşların üstüne yatma, yazamıyorum, FIIISSTIKK…
Hadi, sen şu kitaplara bir göz at…
HAYIIIRR, pati değil, göz at!
Öfff be Fııısstıkk…