Ey Edebiyat, Sen Bari Kolla Gençleri!

Ergen misin, genç misin, yer misin, yemez misin! Ülkemizde gençlere reva görülenler hepimizin malumu. Oysa, büyük dil ustalarımızdan Nurullah Ataç 1957’de şöyle yazmıştı: “… Ben öyle gençlerden, ‘Böyle evlat dostlar başına!’ soyundan hiç hoşlanmam. Genç dedim mi, haşarı bir insan gelir aklıma, yapıp ettiklerinde haşarı, duygularında haşarı, düşüncelerinde haşarı. Durulmamış daha, dönüp arkasına bakarak iç çekmiyor, atılıyor, yarına atılıyor, dünyanın güzel olduğuna, daha da güzel olabileceğine inanıyor, yerleşmiş görüşleri, kanıları, yüzyılların taşıyıp getirdiği inançları hemen benimsemiyor, bağlanmıyor onlara, hepsini birer birer eleyip eleştiriyor, inceliyor, beğenmediklerini, doğru bulmadıklarını saygısızca atıyor. Yani dinlemiyor yaşlıları, dinlese de her dediklerine uymak için değil, birçoklarını çürütmek, yıkmak için dinliyor. Böylesine genç derim ben, gencin böylesinden hoşlanırım. Kızdığım, sinirlendiğim olur öyle gençlerin yaptıklarına, ama bakmayın siz benim sinirlenmeme, kızmama, gene onlardan yanayım…”

Nurullah Ataç’ı, onun Türk Dil Kurumu’na emeğini bilmeyen yoktur; gençlere bunca değer veren, onlara bunca inanan bu aydın insan, çevirileriyle de ülke kültürüne yön vermişti. Yaşlıların “düşüncelerini, kanılarını, görgülerini (…) iyice bir silkeleyin, sapır sapır dökülsünler,” diye gençlere yol göstermişti. Bizler bu yolu tutturmada zorlanıyoruz ne yazık ki. Gençlerden ödümüz kopuyor. Aykırı fikirleri, yükselen sesler, anarşist tavırları, gotik kılıkları; öfkeli, sabırsız, heyecanlı, sinirli halleri ödümüzü patlatıyor.

Son yıllarda gençleri “kollayan” ve doğal olarak azıcık ödümüzü patlatan bir edebiyat türü de gelişti, tartışılır, konuşulur oldu. Gençlik edebiyatı, ergen edebiyatı, ilkgençlik edebiyatı, hatta genç edebiyat diyen var. Kimi edebiyatçı, kimi yazar dudak büküyor –çocuk edebiyatını sindiremedik, şimdi de bu çıktı deniyor; akıllar karışık. Kimi yayınevi ve eleştirmen edebiyatta tanımlara hiç yüz vermiyor, iletişim çağında, siber çağda hâlâ-annesinin-yağıyla devam etmek istiyor. İyi de, Türkiye’de gençler okumuyor diye üzülmeyelim o zaman; gençlerin geniş bir arz içinde kolayca, kendiliğinden, isabetli, uygun, gönlünce seçim yapabileceğini de düşünmeyelim –Artık zaman o eski zaman değil; görsellik, sosyal medya, iletişimin önlenemez kolaylığı, edebiyata ulaşmada mutlaka ve mutlaka farklı yöntemler gerektiriyor. Kitapla okuru arasına sanal âlem girdi bir kere, geri dönüşü yok. Okuma alışkanlıklarımız da, edebiyatın insanla teması da kılık değiştirecek, değiştiriyor, çaresiz.

TDK’nın internet sitesinde “genç” için neler yazılmış, bazısı şöyle: Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı. (Çocuk ve ergeni nerede tutuyor, bu tanımdan belli olmuyor.) Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy. (Zihin doğru sözcük mü! Hiç katılmadım.) “Gençlik” içinse: İnsan hayatının ergenlikle orta yaş arasındaki dönemi. (Dikkat, ergen’i, genç’in dışında değerlendiriyor.)

TDK’nın kaynak gösterdiği “Eğitim Terimleri Sözlüğü”ndeyse (Ferhan Oğuzhan, 1974) “gençlik” için yaş sınırı verilmiş, insan hayatının ortalama olarak 16 ile 25 yaşları arasına rastlayan dönemi denmiş (15-25 diyen UNESCO’ya yakın).

Kubbealtı’nda, “genç” için yazılanların bazısıysa: Eski Türkçe’de kenç: Küçük çocuk. Genc biçiminde (oğlan anlamında) Farsça’ya da geçmiş.Hayatın çocuklukla orta yaşlılık arasındaki döneminde bulunan. Tecrübesi az olduğu için olaylar karşısında gerekli anlayışı gösteremeyen, gereği gibi davranamayan, cahil, toy kimse. (Burada “cahil” çıktı karşımıza!) Canlı, hareketli, dinç, terütaze. “Gençlik” için yazılanlar arasındaysa: Yaşı gereği iyi düşünememe, cahillik. (Gene “cahillik”!)

Her iki sözlük de “ergen” için “yeniyetme, döl verebilecek duruma gelmiş olan” diyor ve “henüz evlenmemiş olan” diye de ekliyor. “Ergenlik” içinse, “büluğa ermişlikle yetişkinlik arasındaki dönem, yeniyetmelik” diyorlar. TDK “ilkgençlik” ve “ergenlik çağı” için de giriş verip tanım yapmış.

Özetlersek, “genç” dendiğinde, çocukluktan çıkmış, yetişkinlik yaşamının girişinde, olgunlaşmasını sürdüren kişinin anlaşıldığı; “gençlik” denince de, henüz yaşam deneyimsizliği nedeniyle toy (Kesinlikle “cahil” denmemeli!) sayılan, 16-25 yaş arasındaki kişilerin kastedildiği sonucunu çıkarabiliriz. “İlkgençlik” çocukluktan çıkışı, ergenlik dönemini; “gençlik” daha geniş bir yaşam dönemini kucaklıyor diye de anlamalıyız. Yani, ergen genç saylıyor, ama “ilk” diye vurgu alıyor. (Bu terimlerin içeriği, üniversite kaynaklarında pek çok görüş ve araştırmayla çeşitleniyor –merak eden varsa.)

Amerika’da –özellikle kahramanı da ergen ya da genç olan edebiyat eserleri için‒ kullanılan young adult (YA diye kısaltılıyor. “Genç yetişkin” anlamında.) deyişinin ilk çıkışı 19. yüzyıl başına rastlıyor. Bir eğitim dergisi yayımlayan Sarah Trimmer, 14-21 yaş aralığı için kullanıyor “young adulthood” terimini. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı (Catcher in the Rye, 1951) ilk gerçek YA kabul ediliyor genelde. Bir diğeri de Golding’in Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies, 1954). Trimmer’ın yazısı, hem terimin okur yaş aralığını, hem de bu okurun neleri okumasının doğru olacağı konularında tartışma yaratmış.

YA hangi yaşları kapsıyor, orası tartışmalı. Amerikan Çocukları Koruma Vakfı’nın verilerine göre Amerika’da 19-26 yaş arasında 33 milyondan fazla young adult varmış. Onların kabulü 19-26 –yani ergeni kapsamıyor. Amerikan Kütüphaneler Birliği’nin (ALA) tanımına göre ise, 12-18 arasındaki gençleri kapsıyor –yani ergenler de YA. Ancak, YA edebiyat eserlerinin yazarlarına ve okurlarına göre, 10-20 yaş arasına YA denmeli. İnternette ararsanız, 18-24 yaş arasını kabul edenler çoğunlukta. Hatta 26’ya çıkaran var. Çoğu kişiye göre YA sınırı, kişinin olgunluğuna bağlı, yaşa değil. Yani, YA diye adlandırılan kitap grubu aslında kimlere sesleniyor, ülkeye göre, gençlik tanımına göre hayli değişiyor. Bunun, YA eserlerinin niteliğiyle ilgisi var besbelli.

Son yıllarda, doğrudan gençliğin kimyasını hedef alan ve “sert sorunlarla ilgili gerçekçi YA romanlar” çokça yazılır oldu; polisiyesi var, bilimkurgusu var. Ergenin henüz baş etmesi zor konuları içeriyorlar çoğu kez: Ağır çevre baskısı, tehlikeli yalanlar, nefret, intihar, anlaşılmama kaygısı, depresyon, uyuşturucu/ilaç kullanma, kendini yaralama, farklı cinsel yönelimler, taciz, istismar, tecavüz, cinayet, ırkçılık… Bu nedenle de “sorun edebiyatı” diye tanımlayanlar var. Hatta geçen yıl Wall Street’ten bir yazar, “Gençlik edebiyatında gereğinden fazla kesip biçme, kendine zarar verme konuları var, böyle hayatın hep ters yönüne odaklanmayı doğru bulmuyorum,” diye yazmış, tartışma alevlenmişti. Yakın zamanda, güncel edebiyat dergisi Sabit Fikir’in 14. sayısında kapsamlı bir dosya yer aldı: Yenal Bilgici “Yeni Dönem Gençlik Edebiyatı: Hızlı ve Öfkeli” adını verdiği yazısında bu konulara derli toplu bir bakış sundu.

Bizde az sayıda çeviri kitapla temsil bulan bir alan henüz. Çoğunlukla da gençlik edebiyatı olarak değil, yetişkin romanları olarak yayımlanıyor bu tür kitaplar. Gençlere yazmanın cesaret istediğinin altını çizen ender yazarlardan biri olan Müge İplikçi, kot taşlama işçilerinin taş atan çocuklarını bir gençlik romanında yazmıştı. Yalancı Şahit adlı bu kitabı kimilerini rahatsız etti, masallarla-ninnilerle-uyutalım-seni gençliği için sert ve kışkırtıcı olduğu ileri sürüldü. Dedim ya, “ödümüzü patlatıyor” gençler, gençler için yazılanlar. Keşke patlatmasa. Bütün bu “sert edebiyat” kitaplarında göz ardı edilemeyecek bir şey var: Umut! En-beter-böcek-genç bile umutla mayalanmak ihtiyacında. Evet, edebiyatta kesin sınırlı ayrımlar çok yapay, ancak çocuklar, gençler kendi yaşlarına yakın kahramanlarla örülü kurguları okumaya daha hevesliler. Çünkü, yaşadıklarını ilk kez yaşıyor olmaları ‒sözlüklerde de üstüne basılan‒ toylukları onları farklı kılıyor. Denebilir ki, ilk’lerin büyüsü gençlik edebiyatının en belirleyici özelliği. Toy gencin yaşamında pek çok “ilk”, benzersiz bir düşekalkalık durumu yaratıyor. Bunun ayırdında olan bir yaratıcı yazarın kitabı da illa ki gence değildir çoğu kez aslında ‒hepimizedir.

 

adı geçen eserler:

Nurullah Ataç, Diyelim – Söz Arasında, Yapı Kredi Yayınları, 2010.

J. D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar, çev. Coşkun Yerli, Yapı Kredi Yayınları, 1997.

William Golding, Sineklerin Tanrısı, çev. Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.

Müge İplikçi, Yalancı Şahit, Günışığı Kitaplığı, 2010.

(Müren Beykan‘ın bu yazısı, 15 Mayıs 2012’de Vatan Kitap’ta yayımlanmıştır.)

Scroll to Top
Scroll to Top