Uçurum Çocukları

Çocuk ve sokak yazıyorum kağıda. İki dost kavram gibi yan yana geliyorlar hemen. İki yoldaş gibi kol kola giriyorlar. Birbirini ne güzel tamamlıyor sözcükler.

Çocukluğum düşüyor aklıma, seksenlerin Ankara’sı, ve başkentin ağaçlı, bol çocuklu, bol oyunlu sokakları… Hava kararmadan sokağı bırakıp gitmek yok.  Sonra…sonrası evimiz tabii. Akşama kadar sokakta sürtsek de sonrası ailecek başımızı soktuğumuz bir hane. Bir yuva, bir kondu…

Yerlerini değiştiriyorum sözcüklerin. Sokak çocuğu yazıyorum kağıda. Tepetaklak oluyor kavramlar. Ne ev kalıyor ne aile… Çocuk sokakta büyür, diye mırıldanıyorum. Hepimiz öyle yetiştik. Doğal ortamımız sokaktı, ama oraya ait değildik.

Çocuk sokakta yaşar mı? Günün sorusu bu. El cevap, yaşamamalı. Yalnız çocuk değil, kimse yaşamamalı. Hele çocuk… Sokak çok şeydir elbette. Oyun alanıdır, koynunda serpildiğimiz, delikanlı olduğumuz yerdir. Hak aradığımız, çatıştığımız, kaçıp kovaladığımız mekândır yeri geldiğinde. Başıboş yürüdüğümüz, köşesinde arkadaşlarımızı beklediğimiz, asfaltında top teptiğimiz… Saymakla bitmez sokakta yapılanlar.

Ama çocuk sokakta yaşar mı?

Onlar yaşıyor. Sokak çocukları. Adları bu. Onların anavatanı sokaklar çünkü. Orada yatıp kalkıyor, sokağın kirini tozunu yutuyorlar. Sokak Cumhuriyeti’nin vatandaşları onlar. Kediler, köpekler, evsizler ve kimsesizlerle birlikte.

Kimsesizler mi? Öyle değiller aslında. Elbette bir aileleri var. Birileri onları arayıp sormasa da, onları da bir ana doğurdu. Bir yerlerde aileleri olmalı. Kardeşleri akrabaları filan. Ama onlar bunun ötesine geçmişler çoktan. Azıcık yaklaşın göreceksiniz, kan bağını bir kenara bırakmışlar. Birbirleri için aile olmuşlar.

Bugün sayısı tam bilinmiyor sokakta yaşayan çocukların. Kimse de pek merak etmiyor zaten. Saymak bile külfetli onları. En iyisi görmezden gelmek. Ne yer ne içerler? Neyle örterler dal gibi incecik kalmış bedenlerini? Onlara her anlamda kaba yaklaşan sistem, sayılarını da kabaca tahmin ediyor: yüzbinlerce. Abartılı mı geldi? Eksiği var, fazlası yok. Yüzbinlerce çocuk sokakta yaşıyor. Gece ve gündüz. Gündüz ve gece. Tek bir gün sokakta geçirdiğinizi hayal edin. Yirmi dört saat. Ya da sadece tek bir gece. Soğuk bir gecenin nasıl geçmek bilmez bir bela olduğunu bilen bilir. Diyeceksiniz ki, onlar alışıktır. Doğru, alışıktır onlar, yataksız, yarı aç ve kir içinde gecelemeye. Tıpkı bizim, onları görmeden yaşamaya alıştığımız gibi.

Yazının başlığı, Jack London’ın o benzersiz kitabı Uçurum İnsanları’ndan esinlenerek atıldı. Londra’nın Doğu Yaka’sını, sokakların sefilliğini içerden gözlemleyerek yazdığı şu satırlara kulak verelim: “Bu koşullarda, çocukların istikbali umutsuzdur. Sinekler gibi ölüp giderler; ölmeyenler de hayatta kalmalarını, üstün dayanma güçlerine ve çevrelerindeki alçalmışlığa uyum sağlama kapasitelerine borçludurlar. Ev hayatları yoktur. Yaşadıkları deliklerde, inlerde her türlü müstehcenliğe, edepsizliğe maruz kalırlar. Zihinleri bozulurken, bedenleri de sağlık koşullarının kötülüğünden, aşırı kalabalıktan ve besinsizlikten ötürü bozulur…”

Ne yapmalı, nasıl yapmalı peki?

Ben derim ki, önce konuşun onlarla. Dinleyin onları. Öğrenin onlardan. Yaşar Kemal’in Çocuklar İnsandır’da gösterdiği üzere: “Her şeyi, yaptıkları bütün hırsızlıkları, yankesicilikleri, bütün kirli işleri, esrar kaçakçılıklarını, sigara satıcılıklarını, kumarbazlıklarını, zamparalıklarını, her şeyi akan bir sel gibi, bana açık açık anlatıyorlardı. Hayallerini, yalanlarını, kendi kendilerini kandırışlarını bana açık açık anlattılar. Onlar anlattıkça ben şaşkına dönüyordum. Neye uğramıştım, başım dönüyordu. Yattıkları yerleri, ağaç kovuklarını, mağaraları, vapur bacalarının altlarını, surları, kamping evlerini, vagonları, köprü altlarını, yıkık evleri, yangın yerlerini, yarı yıkık evleri, ormanı her bir şeyi söylüyorlardı.”

Aman ha, acıyarak yaklaşmayın onlara. Onların adına bir şey yapmaya da kalkmayın. Onlarla birlikte, onların aklıyla, onların emeğiyle yapın ne yapacaksanız.

İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda öğrencilerimden istediğim bir çalışmayı hatırlıyorum. Herkes bir işçi çocuk bulup onunla röportaj yapacak. Hayatları, aileleri, neden çalıştıkları ve daha birçok konudaki soruya yanıt arayacaklar. Öğrencilerimi ‒ki o zamanlar beşinci sınıfa gidiyorlardı‒ işçi çocuklarla buluşturmak istememin nedenini şimdi yeniden düşünüyorum. Şu yanıtı veriyorum kendime: Zor hayatları tanısınlar, ülkelerinin nasıl bir yer olduğuna tanık olsunlar; dünyanın, kendi evleri, aileleri, okulları ve mahallelerinden ibaret olmadığını keşfetsinler istemiş olmalıyım.

Kafa yormayı sürdürüyorum ve şimdi olsa bu çalışmayı bir adım öteye taşıma hevesi doğuyor içimde. Bu kez öğrencilerim aileleriyle birlikte yapmalı çalışmayı ve arayıp bulup röportaj yapacakları kişiler sokak çocukları olmalı. Neden öyle? Hayat bilgisi dersinde öğretilmeyenleri öğrensinler diye.

Dünyayı sokak çocukları değiştirecek. Onların yalınayakları, yırtık mintanlarının altında çarpan yürekleri, çırpı bacakları, çıta gibi incecik kolları, merakla bakan neşeli gözleri… Ah keşke, onlar da bir karar verse artık dünyayı değiştirmek gerektiğine.

Scroll to Top
Scroll to Top