Her şeye rağmen “Yazmaya Çizmeye Devam”

Oyun ve öykü yazarı, belgesel film yönetmeni ve karikatürist Behiç Ak’ın geniş veriminin önemli bir ayağını hiç kuşkusuz, çocuklara yazıp çizdiği kitaplar oluşturur. Onun toplum karşısında, politikalar karşısında, dünya karşısında mizahla ifade bulan dik duruşu, çocuk kitaplarında çocuksu bir yalınlıkla ama bir o kadar derin bir toplumsal eleştiriyle kılıktan kılığa girer. Neredeyse kendiliğinden satırlara süzülmüşçesine içselleşmiş bir karşı tavır, çocukların gündelik yaşamlarındaki ayrıntılarla örülü şaşırtıcı öyküler yaratır. Başka başka yaşam çıkmazları, eğrilikler ya da vefasızlıklar, Behiç Ak öykülerinde sevinç veren bir bütünün parçaları olarak hem yüreğimizi yakalar, ama hem de çocuk okura okuma sevgisi, yaşama karşı merak, ayrıntıların önemini kavrama sezgisi aşılar. Bu çok-boyutlu, renk renk katmanlı yazarlık yetisi, özellikle çocuk kitaplarında onun muzip çizgileriyle bir araya gelir ki, yurtdışında da benzerine rastlanmayan bir özgün duruş yaratır çocuk edebiyatında. Bu duruş yalnızca çocukların değil, hepimizin zihnine sızar, fark etmeden değiştirir bizi.
Müren Beykan, “Yazmaya Çizmeye Devam” sergi yazılarından.

Karikatürist, çocuk kitapları yazarı, oyun ve öykü yazarı, belgesel film yönetmeni: Behiç Ak. O, çevre ve mimarlık konularındaki tutarlı duruşuyla bu yıl TMMOB Mimarlar Odası Mimarlığa Katkı ödülüne de değer görülen bir mimar.

Behiç Ak’ın “Yazmaya Çizmeye Devam” adlı retrospektif sergisi, Karşı Sanat’ın Beyoğlu kokulu salonlarında sevenleri ve meraklılarıyla buluştu. Mekânın sıcaklığıyla katmerlenen sergi, sanatçının verimini ana gruplar halinde sunuyor; bizi bunca renkli ve birbirinden bunca beslenen geniş bir yaratı alanında şaşkın bıraktı: 1982’den beri Cumhuriyet Gazetesi’nde çizdiği “Kim Kime Dum Duma” bant karikatürlerinden bir seçmenin sergilendiği salon; yurtdışında da yayımlanan, onlarca karikatürlü kitabının birlikte adeta bir masal odası oluşturduğu çocuk kitapları salonu; aralarında, Almanya başta olmak üzere Batı ülkelerinde sahnelenen Fay Hattı’nın da bulunduğu, Tek Kişilik Şehir, Bina, İki Çarpı İki gibi tiyatro oyunlarının afiş ve fotoğraflarıyla izleyiciyi zamanda yolculuğa çıkaran koridor; 1994’te çektiği Türk Sinemasında Sansürün Tarihi – Siyahperde adlı belgesel filminin izlenebildiği bir kuytu oda. Serginin büyük salonlardaki sunuşlarına, tasarımcı, sanatçı Huban Korman’ın elinin değmiş olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Sanat tarihi kitapları editörlüğüyle de son yıllarda yorumlarını sıklıkla merak ettiğimiz Ali Artun, sergi girişindeki yazısında şöyle demişti: “Behiç Ak, türlü türlü halleriyle insanlık durumunu hicveden karikatürün ötesine geçer. Çünkü aslında o, derinden derine bir dönemi, çağı sorunsallaştırır. Sıradan insanların, çocukların davranışlarında ve sözlerinde, kentin kültürel ve siyasal aktüalitesinde dışa vuran ve pek de kimsenin kaydetmediği tarihsel izleri, zamansallığı keşfeder. Geçici ve uçucu olan fragmanlarda sürekli ve sonsuz olanın şifrelerini bulup çıkarır…”

Evet, kitaplarında da, karikatürlerinde olduğu kadar felsefi derinlik bulduğumuz Behiç Ak, 31. İstanbul Kitap Fuarı’nda da iki gün okurlarıyla buluştu. Çocuklara, “Bize söylendiğinin aksine, uyumsuzluk iyidir. Uyumsuz olun!” diye seslendi. Ebeveyn ve öğretmenler yerlerinde kıpırdandılar. Sanatçının, yaratıcılığı öldüren, çocuğun içindeki hevesleri, merakları yerle bir eden otoriterliğe karşı başınızı kaldırıp ileriye bakın, içinizdeki farklılığı keşfedin çağrısıydı bu. Ancak bir yanıyla da bizlere çağrıydı: Çocuklarımızı o dersten bu derse, o kurstan bu kursa sürüklediğimizi, çocuğumuzun benliğini bulmasına, yaşamın dayattıkları karşısında kendi duruşunu biçimleyebilmesine fırsat vermediğimizi vurgulayarak, “eğitim” adı altında düştüğümüz çıkmazı, çocuklarımızın neredeyse karşısında duruşumuzu, kendine has üslubuyla ifade ediyordu. Kendi kendimizi eğitmemize izin vermeyen sistemi eleştiriyordu. Behiç Ak, her kitabında, çoğu karikatüründe de bunu ifade etmekten geri durmuyor. Yazdıkları da, çizdikleri de hem çocuklara, hem de bizlere.

“Öykülerimde, tipler değil, karakterler olsun isterim,” diyor; yazdığı her kitapta karakterler yaratmaya özel önem veriyor. Çünkü karakterler, çelişkileri ve hatalarıyla canlıdırlar, gerçektirler. “Tiplerin nasıl davranacağını bilirsiniz,” diyor; oysa insanlar öyle midir, çoğu zaman tutarlı bireyler değillerdir, sürekli hata yapar, pişmanlık ve ikilem içinde bocalarlar; tip olmak isteseler de olamazlar ve işte mizahın doğduğu nokta da burasıdır. Sanatçının önemsediği mizahın doğduğu nokta.

Behiç Ak, çocuk kitaplarındaki unutulmaz karakterlerini mizahla kurmuştur. Bu karakterler bazen çocuklar, bazen yetişkinler, bazen de toplu olarak bütün bir köy ya da kasaba halkıdır: Bilgisayarlar dahil her tür eşyayı onardığı için işleri kesilen mahalleli esnafın istenmeyen adam ilan ettiği Tamirci Kadir Bey (Güneşi Bile Tamir Eden Adam); Toroslar’da, yakındaki gölün sularının yükselmesinin değil, orada çekilecek bir filmde rol kapmanın derdine düşmüş köy sakinleri (Akvaryumdaki Tiyatro); mahalledeki farklı evlerden aynı anda kaybolan farklı kişiliklerdeki kedilerin sırrı (Kedilerin Kaybolma Mevsimi); Boğaziçi’nin öykülerle dolu eski yolcu vapurlarını söküldüleri tersanede bulan, balon satıcısı küçük Fırat (Vapurları Seven Çocuk); ünlü bir yazarın satın aldığı koca köşkün sırrını çözen tembel Doğaç ve arkadaşı Sultan (Geçmişe Tırmanan Merdiven); topluca rüzgâra tutulup uçan koca bir kasabanın insanları (Rüzgârın Üzerindeki Şehir); yaşamları, yüksek tansiyonu nedeniyle sürekli uyuklayan babalarının koca gövdesi üstünde geçen iki kardeş (Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı); mahallede hep birlikte oyun oynanması hayalini kuran İbo (Bilyalar); çook yüksek bir gökdelende yaşayan Minik Koko ve köpeği BonBon (Gökdelene Giren Bulut) diye uzayıp giden kitap kahramanları. Bunların yanında yöresinde, Behiç Ak’ın çok sevgili kedileri, kuşlar, köpekler ya da başka başka hayvanlar da mutlaka ve mutlaka yer alır; hatta, olmadık bir anda insanlara söylev çekmeden de duramazlar.

Hep derim, kendinize bir kıyak çekin, isimleriyle de aklımızı çelen Behiç Ak kitaplarından birini alın elinize, çevrenizdeki bir çocukla birlikte güzelce yerleşip koltuğa ya da divana, okuyun, az siz, az o. Yaşamı yaşanabilir kılan sayılı şeyden biri, bir çocukla kucak kucağa kitap okumaksa (Ama, kendi yüreğinizin atışları onunkilere karışacak; şart bu!), bir başkası da, mesela Behiç Ak’ın karikatürleriyle şenlenen bir öykünün içinde gezinmektir bence. Çocukluğumuz bizi hiç terk etmiyor aslında, yalnızca onu ne kadar derine gömdük, ne kadar örttük üstünü, odur bu dünyayı böylesine keyifsiz, yaşanılmaz bir yer kılan. Yeni yıla bir çocukla, beş çocukla ya da yüz çocukla kitap okuyarak merhaba diyecek kaç kişi bulabiliriz şu koca ülkede acaba? Keşke şaşırsak…

(Müren Beykan‘ın bu yazısı, 15 Aralık 2012’de Vatan Kitap‘ta yayımlanmıştır.)

Scroll to Top
Scroll to Top